Sıkı bir sosyal medya kullanıcısıysanız, “cancel culture (iptal kültürü)” terimine sık sık rastlamış olmalısınız. Bugüne kadar birçok ünlü isimle birlikte duyduğumuz bu terim, dilimizde “bitirme kültürü” ya da kullanımına daha aşina olduğumuz “linç kültürü” olarak kullanılsa da bu tanımlamaların ifadeyi tam karşılamadığını düşünüyoruz. İptal etmek dediğimizde yine havada kalabileceğinden, “cancel” etmeye pratik olarak en yaklaşanın “boykot kültürü” olabileceğini düşünüyoruz. Kullanımı son zamanlarda o kadar yaygınlaştı ki halk sözlüğü olarak adlandırabileceğimiz mecralardan biri olan Wikipedia’da bile kendine yer buldu.

Google Trends verileri 2019 yılının başlarına kadar neredeyse kimsenin “cancel culture” ifadesini aratmadığını gösteriyor. Covid19 ile birlikte gelen sosyal izolasyon sürecinde aktivizm de sokaklardan evlere taşındı. İfadenin en çok arandığı zamanın bu yılın temmuz ayında olması da bunu destekler nitelikte. Son aylarda peş peşe “iptal edilen” birçok ünlüden sonra hepimizin kafasında aynı soru döner oldu: Nedir bu “cancel culture”?

Cancel culture nedir?

“Cancel culture” kavramını ırkçı, cinsiyetçi, homofobik vb. söylemleri olduğunu bildiğimiz, halka mâl olmuş kişilerin işlerini desteklemeyi bırakmak, bu kişileri profesyonel ve sosyal çevrelerinden dışlamayı istemek biçiminde tanımlayabiliriz. Bu sadece kişilere karşı değil, aynı zamanda markalara karşı da geliştirilebilen bir tavır. Önceleri beğendiği bir markanın ürünlerini satın alan bir kişinin, herhangi bir nedenle “cancel” etmek istediği bu markanın ürünlerine para harcamayı bırakması da “cancel culture” yaklaşımına uyuyor. İşin özünde bu kişilerin ya da şirketlerin işlerine para ya da vakit harcamayı bırakmak yani bunları boykot etmek var.

Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, insanların boykot kültürünü sevmesinin farklı nedenleri olduğunu söylüyor. Bunlar kısaca iptal eden tarafın sosyal statüsünü artırırken karşı tarafın yani “düşman” olarak algılananlarınkini düşürmesi ve aynı amaç etrafında toplanan insanların arasındaki bağı güçlendirmesi olarak sıralanıyor. Dostu düşmanı ayırt etmek için de kolay bir yol olarak görüldüğü söylenen “cancel culture”, hızlı bir şekilde cezalandırdığı gibi bu kişileri ifşa edenleri de sosyal açıdan hızlıca ödüllendirebiliyor.

Bu hareketin var olabilmesini mümkün kılan en önemli faktörlerden birinin, Twitter gibi sosyal medya platformları olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin,  Twitter’ın yarattığı kamusal alan ve bu platformun sosyal medyayı tüketim biçimlerimizi çeşitlendirip genişletme potansiyeline sahip olması, ”seslerin” daha kolay duyulmasını mümkün kılıyor. #Cancelled etiketi, aslında popüler kültürün sık sık ilham aldığı siyahi kültüründen geliyor. 2015 yılından beri kullanılan bu etiketi #MeToo hareketi izliyor. Twitter gibi platformlar ana akım medyada sesini duyuramayan, toplumun marjinalize olmuş kesimlerine yüksek bir tepki ortaya koyma imkânı veriyor. Bu etiketler kullanıcılar için günlük hayatta yargı gücüne sahip bir araca dönüşüyor ve bir anlamda herkes kendi kurallarını koyabiliyor.

Cancel edemediklerimizden misiniz?

Peki, herkes bu hareketten aynı şekilde alabiliyor mu nasibini? #MeToo hareketiyle birçok kadının birlikte çalıştıkları ünlü erkekler tarafından maruz kaldıkları cinsel istismarları ifşa ettiğini hatırlarız. İfşa edilen isimlerden olan Louis CK’nin HBO ve Netflix ile bağlantıları kesilmişti ancak programını hâlâ başka ülkelere satmaya devam edebildiğini de biliyoruz. Burada “Cancel culture zorbalık mıdır değil midir?” tartışmalarına zemin hazırlayan en önemli şey, herkesin kırmızı çizgilerinin farklı olması. Her kesimin farklı hassasiyetleri olması nedeniyle bu meselede ortak bir paydada birleşmek de zorlaşıyor. Harry Potter kitaplarının yazarı J.K Rowling’in transfobik söylemleri kimi grupları rahatsız ederken kimileri de bu söylemler nedeniyle Rowling’in kitaplarını okumayı ve filmlerini izlemeyi reddetmeyi saçma bulabiliyor.

Pedofil olduğu sıklıkla dile getirilen ve tartışılan Woody Allen’ın filmlerini boykot etmek hakkında bir sinefil farklı düşüncede olabilir. “Kölelik bir tercihti” diyen Kanye West’i dinlemeyi de reddetmiyor olabiliriz.  Belki de “yazının başladığı yerde yazarın ölümüne adım attığını” söyleyen Roland Barthes ile aynı fikirdesinizdir. Başka bir deyişle, eserin üzerine sanatçının gölgesini düşürmemeyi tercih ediyorsunuzdur. Burada da başka bir tartışma doğuyor. “Boykot kültürü”, ifade özgürlüğü tartışmalarına da güzel bir alan açıyor.

Üzerine konuşulmayan cancel’lar

Konu üzerine bir başka fikir ise bu kültürün hep var olduğu, ortaya yeni çıkmadığı yönünde. Evet, silinen insanlar hep vardı ama silinmelerinin nedeni ne yaptıklarından çok kim olduklarıyla daha fazla ilgiliydi. Cüzzam hastalığına tedavi bulduğu halde siyahi bir kadın olduğu için bu başarısı hiç konuşulmayan Alice Ball ya da astrofizikte yepyeni bir alan yaratan Vera Rubin örneklerini duymuş olabilirsiniz ve bunun gibi “erkekler kulübü”nden atılan birçok kadın daha… Peki, bu kültürü yıllarca susturulan, silinen azınlıkların intikamı olarak mı görmeliyiz? Bizce hayır.

Kendilerini bu boykotun kurbanı olarak tanımlayan, yanlış anlaşıldığını söyleyen ya da iPhone notlarından ekran görüntüsü alıp özür yayınlayan ünlülere baktığımızda genelde erkek, birkaç tane de kadın ama çoğunlukla beyaz olduklarını görüyoruz. Hal böyleyken, bu insanların istedikleri yerde istedikleri şakayı yapabildiklerini, başkalarını dışlayabilecek ve yeri geldiğinde istismar edebilecek güce sahip olduklarını bir kez daha hatırlıyoruz. Yani aslında “silinebilmenin” bile bir ayrıcalık olduğunu söyleyebiliriz.

Bir başka bakış açısı ise neredeyse her hafta “cancel” edilen Natalie Wynn’den geliyor. Ünlü YouTuber, konuyla alakalı düşüncelerini anlattığı bir video yayınladı. Wynn, bu hareketi antik kültürlerdeki iyi-kötü çatışmasına benzetiyor ve bunun özcü bir yaklaşım olduğunu söylüyor. O kendini böyle tanımlamasa da iptal “mağdur”larından biri olarak görebileceğimiz YouTuber’a göre eleştirmek ve “cancel” etmek arasında çok da ince bir çizgi yok.

Birden fazla doğrunun ve yanlışın olduğu bu hayatta bir şeyleri iptal etmek ne kadar etkili oluyor, henüz bilmiyoruz. Ancak giderek popülerleşmeye başlayan bu kavramın önümüzdeki yıllarda daha da fazla tartışılacağını tahmin etmek pek de güç değil. Peki, sizin bu konu hakkındaki fikriniz ne? “Cancel culture”ın gücüne inananlardan mısınız yoksa sizin için hâlâ sadece bir etiket mi?