İklim krizinin doğa üzerindeki yıkıcı etkilerini bir çırpıda sayabiliriz: Sıcak hava dalgaları, buzulların erimesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi, çölleşme, aşırı iklim olayları… Bunların pek çoğu maalesef artık günlük hayatımızın da değişmez bir gerçeği halini aldı. Peki ya toplumsal etkileri? Evet, iklim krizi aynı zamanda sosyoekonomik bir sorun, üstelik dünyanın her yerinde eşit hissedilmiyor. Örneğin geçimi doğal kaynaklara bağlı olan kesimler, yoksul ülkeler, mülteciler bu krize karşı daha savunmasız kalıyor. Dahası toplumsal cinsiyet eşitliğini de sarsıyor, çünkü özellikle savunmasız toplumlarda kadınlar erkeklere göre daha fazla etkileniyorlar. Gelin iklim krizi kimleri neden, nasıl daha çok etkiliyor yakından bakalım.

Mülteciler

Mülteciler ve çatışmalardan dolayı yerinden edilmiş insanlar iklim acil durumunun ön saflarında bulunuyorlar. Birçoğu, giderek daha düşmanca hale gelen bir ortama uyum sağlayacak kaynaklardan yoksun oldukları ‘iklim sıcak noktalarında’ yaşıyor. Anormal yağışlar, seller, uzun süreli kuraklık, deniz seviyelerinin yükselmesi gibi iklim olayları da mülteci kamplarını sık sık tamir edilmesi zor hasarlarla karşı karşıya bırakıyor. Çoğunlukla yardım, hibe veya sınırlı bir devlet desteğiyle dönen bu kamplardaki beslenme koşullarının istikrarlı ve yeterli olmaması da bu kesimi derinden etkiliyor. Üstelik felaket üzerine felaket yaşamalarından kaynaklanan domino etkisi, onlara iyileşmek için zaman bırakmıyor. Bir kez daha göç etmek zorunda kalan ‘yurtsuz’ bu kesimin eve dönüş şansı da böylece ellerinden iyice kayıyor.

Kadınlar

Aşırı hava koşulları, öngörülemeyen mevsimler, kuraklık gibi faktörler özellikle kırsal yerleşim bölgelerinde ya da daha az gelişmiş toplumlarda yaşayan kadınlar için pek çok sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Örneğin ailelerin bakımını tek başına üstlenen kadınlar suya erişmek gibi işler için çok daha uzak mesafelere yürümek zorunda kalıyorlar. Ayrıca ne yazık ki kıtlık durumlarında kadınlar ve kız çocukları daha az gıdayla idare etmek zorunda kalıyor, bu da yetersiz beslenme riskini artırıyor. (1)

İklim değişikliğinin yerel halkın geçim kaynaklarını (tarım, hayvancılık, balıkçılık vs.) tüketmesi nedeniyle erkek bireyler genelde uzak/komşu bölgelerde çalışmak için göç ederken geride kalan kadınlar ailenin tüm bakımını tek başına üstleniyor. Bu da hem ağır bir iş yükünü beraberinde getiriyor hem de kadınları düşük ücretlerle, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bırakıyor.

Tüm bunların ötesinde yapılan araştırmaların çoğu, kadınların aşırı hava koşullarından ötürü ölüm veya yaralanma olasılığının erkeklerden daha yüksek olduğunu gösteriyor. (2)

Farklı Etnik Gruplar / Yerli halklar

Kökenleri nedeniyle yaşadıkları toplumda baskın sınıfın dışında kalan gruplar, günlük hayatlarında ekonomik ve sosyal açıdan ayrımcılığa uğradığı kadar çevre kirliliği gibi etmenlere de daha açıklar. Şehrin merkezinden uzakta altyapı açısından elverişsiz yerleşimlerde, hatta çoğu kez bataklık, rafineri veya enerji santraline yakın, sanayi bölgeleri gibi yerlerde yaşamak durumunda kalıyorlar. Bu da fosil yakıt kaynaklı kirlilik ve sel gibi etkilerin yanı sıra solunum rahatsızlığı ve kanser gibi sağlık sorunlarına karşı onları daha hassas kılıyor. Yerli halklar ise genelde çevresel değişimlere çok daha açık topraklarda hatta yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan ekosistemlerde yaşıyor. İklim değişikliğine bağlı olası felaketlere karşı daha savunmasız olmalarının yanında işin bir da sağlık boyutu bulunuyor. Dış dünyadan izole bir yaşam sürdükleri için çoğu insanın aksine bilinen pek çok basit hastalığa karşı bile bağışıklık geliştiremiyorlar.

Yoksul Ülkeler

 2019 yılında yayımlanan Küresel İklim Riski Endeksi’ne göre, 1998 ve 2017 arasında kasırgalar ve muson yağmurları gibi aşırı hava olaylarından en çok etkilenen 10 ülkeden sekizi düşük veya düşük-orta gelirli gelişmekte olan ülkelerdi. (3) Bu ülkeler (örneğin Güneydoğu Asya) yalnızca sık sık bir afete maruz kaldıkları için değil, etkiyle başa çıkacak kaynaklardan yoksun oldukları için çok savunmasızlar. Ayrıca enerji tüketimi, barınma koşulları, sosyal şartlar nedeniyle çoğunlukla zengin ve gelişmiş ülkelerin ardında kalıyorlar. Bu dezavantajları gidermek ve iklimin yıkıcı etkilerine uyum sağlamak için büyük finansman açıkları var. Dahası tüm bu koşullar kalkınmanın önünü de kesiyor çünkü büyümeyi aşağı çekiyor, gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) oranlarını düşürüyor. Yapılan bir araştırma iklim krizi olmasaydı zengin ve fakir ülkeler arasındaki ekonomik uçurumun daha da küçüleceğini ortaya koyuyor. (4)

Ada Ülkeleri

Düşük rakımlı, hatta okyanus seviyesinde ve nispeten küçük kara alanına sahip olan bu ülkeler (Pasifik, Hint Okyanusu, Karayipler’de yer alan Maldivler ve Marshall Adaları gibi ülkeler) aşırı hava olayları ve iklim değişkenliğinden radikal bir şekilde etkileniyor. Yükselen deniz seviyeleri yaşam alanlarını tehdit ediyor, tuzlu su tatlı su kaynaklarına karışıyor, ekilebilir araziler yok oluyor. Küresel sıcaklığın artması aşırı iklim olaylarını tetiklerken bir yandan şiddetli tayfunlara bir yandan da kuraklığa maruz kalıyorlar. Okyanus ve deniz suyu sıcaklıklarının yükselmesi de en önemli geçim kaynakları olan balıkçılığı derinden etkiliyor, mercan resiflerini yok ediyor. Tüm bunlara karşılık adalarını ve doğal kaynaklarını koruyacak finansmandan da yoksun bırakılıyorlar.

İçinde bulunulan coğrafya kadar bundan bağımsız olarak dünya genelinde yoksul halklar, kadınlar, yerliler, mülteciler gibi gruplar halihazırda yüzleşmek zorunda kaldıkları eşitsiz sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle iklim krizi karşısında da dezavantajlı oluyorlar. Bu eşitsizlikleri yeniden üretmemek adına gezegendeki herkesi kapsayacak sürdürülebilir bir kalkınma modelini yaratmak gerekiyor. Önce doğaya, sonra birbirimize ve nihayet geleceğe iyi bakabilmenin yolu sürdürülebilirlikten geçiyor!