Film setlerinde zarar gören hayvanlar ve hayvan hakları ihlalleri, son dönem sinema dünyasının oldukça ilgilendiği bir konu. Uluslararası standartlarda; birçok filmin sonunda ‘’Bu Yapımda Hiçbir Hayvan Zarar Görmemiştir’’ uyarısının yazılması ve filmin çekimi esnasında çeşitli hayvan hakları kuruluşları tarafından denetimden geçilmesi söz konusu.

Sinemada hayvan hakları mücadelesini 3 ana başlıkta toplayabiliriz.

Belki de asıl canavar biziz: Sinemada hayvanların düşmanlaştırılması

Özellikle 50’li yılların filmlerinde, bir hayvanı ya da insan dışında başka bir canlıyı merkezine alan ve onu, insanlığı tehdit eden bir ‘yaratık’ gibi gösteren filmler yapıldı.

Bu filmlerde ya gerçekten hayvanlar kullanıldı ya da kostümlerle canlandırılan hayvanlar, simgesel olarak insanlıktan daha aşağıda, ezilmesi gereken canlılar olarak resmedildi. İstilacı arılar, yok edici sürüngenler, katil piranalar, düşman uzaylılar… Bu yaygın görüşe karşı duran ve hikâyesinde insan dışındaki canlıları doğanın bir parçası olarak resmeden filmler ise son yılların sinemasına damga vurdu. Örneğin; avcılarla hayvanlar arasındaki ilişkiye odaklanan 1988 yapımı L’ours (Ayı) filmi, merhamet duygusuna odaklanır ve bir avcının bu duyguyu bir ayıdan öğrenmesini anlatır. Peter Jackson’ın 2005 yapımı King Kong filmi de benzer bir yaklaşımla; içimizdeki asıl canavarın ‘’insan egosu’’ olduğunu anlatır.

Oyuncu olduklarının farkında olmayan ‘oyuncular’ olarak hayvanlar

Hayranlıkla izlenen, çoğunlukla estetik özellikleriyle öne çıkan dünyaca ünlü yıldız oyuncular, buna en iyi örnek. Nasıl ki onların ‘’sevimli’’ tarafları vurgulanıyorsa, bir başka oyuncular olarak hayvanlar da filmlerde sevimli niteliklerle kendini göstermek ‘zorunda’. Hatta sevimli olmayan bir hayvanın bir filmde yer alması hâlâ çok zor. Film setlerinde rol yapmaya zorlanan veya belirli bir dramatik duruma sokulmaya çalışılan hayvanlar, genelde kolayca öğrenen ve insanlarla iletişim kurabilen canlılar arasından seçiliyor. Bu nedenle başrolünde bir köpeğin yer aldığı Air Bud, K-9 gibi birçok film bulunuyor. Bu filmler her ne kadar insan-hayvan dostluğunu anlatıyor gibi gözükse de kamera arkasında durum çok farklı. Sinemada hayvan haklarını savunan ve başrolünde bir hayvanı oynatmak yerine CGI teknolojisinden yararlanılarak, bir hayvan canlandırması yapan filmler ise bu konuda daha duyarlı. Bu filmlere örnek olarak 2017 yapımı Okja’yı örnek gösterebiliriz.

Ya bir gün isyan ederlerse?

İçinde bulunduğumuz yüzyıl, aktivistlerin seslerini iyi duyurdukları bir zaman dilimi. Savaş karşıtlığı, insan hakları ve iklim protestoları, 90’ların sonundan itibaren bugünlere kadar artarak yayılım gösterdi. Dolayısıyla hayvan hakları da bu toplu hak arayışlarından etkilendi. Son 10 yılın filmlerine bakarsak, böylesi ‘’toplu’’ hak arayışlarını içeren birçok film bulabiliriz. Örneğin; 2014 yapımı Fehér isten (Beyaz Tanrı) filmi bu konuda oldukça iyi bir örnek. Filmde köpekler, insan sömürüsüne karşı gelirler. Macaristan’da geçen filmin hikâyesi, saf ırk olmayan köpeklerin yaşadıkları dışlanmayı ütopik bir dille anlatır.

Sinemada hayvan hakları, ilerleyen yıllarda bir temsil sorununu kapsayabilir. Tıpkı birey olarak insanların filmlerdeki temsili gibi, zaman içinde hayvanları da toplumun bir parçası olarak gösterecek filmler daha da artabilir. İşte o zaman, ne böyle filmlere ne de böyle yazılara gerek kalmayacak.