Gelin, şimdi birlikte zamanda kısa bir yolculuğa çıkalım. Merak etmeyin; öyle çok uzaklara gitmeyeceğiz. Bundan sadece 15-20 yıl kadar öncesini hayallerimizde yeniden canlandıralım istiyoruz. Gözünüzün önüne getirin şimdi; o günlerde birisi bize nasıl olduğumuzu sorsa, nasıl cevaplıyorduk onları? Muhtemelen “Çok iyiyim” veya “Bugün kendimi halsiz hissediyorum, hasta olacak gibiyim. Ateşim mi çıkmış? Bir baksana!” gibi yanıtlar veriyor; sezgilerimizle yani el yordamıyla iyi hissetme halimizi keşfe çıkıyorduk. En olmadı yutuyorduk bir ilaç veya doktor yollarını arşınlıyorduk. Gün boyu aralıksız kalp atış hızımızı ölçen, gün içinde kaç adım attığımızı, kaç kalori yaktığımızı, derin uykuda olup olmadığımızı, tansiyonumuzun kaçtan kaça düştüğünü ya da çıktığını bize anında bildiren minicik cihazlarla gezeceğimizi ve bu cihazlara böylesine hızla alışacağımızı o günlerde hangimiz tahmin edebilirdi?

Ancak gün geldi, devran değişti! Teknolojinin deyim yerindeyse ışık hızıyla gelişmesi sayesinde hayatımızın pek çok alanında yaşanan değişimden sağlık ve günlük yaşam ritüellerimiz de nasibini aldı ? Sensörler ve giyilebilir teknolojiler sayesinde kendi kendimizin “hemşiresi” olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başladık. Bu durum öyle bir noktaya geldi ki, İngilizcesi “quantified self”, Türkçesi “niceliksel benlik” olan bir akım bile ortaya çıktı. Bu akım, dijital sağlık endüstrisinde kişinin kendini algılaması, tanıması ve performansını iyileştirmesi gibi amaçlarla başta “sağlıklı ve formda olma” olmak üzere hayatının farklı yönleriyle ilgili sayısal veriler elde etmek için sensörler ve giyilebilir teknolojilerin kullanılmasını ifade ediyor.

(Bazı kaynakların bu kavramı “kendini ölçüm” veya “bireysel ölçüm” olarak Türkçeleştirdiğini de eklemeden geçmeyelim.)

Esasen bu kavramın dünyada 2007 yılında kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Ancak bu denli öne çıkması ve tartışılmaya başlanması (Türkiye’de henüz bu anlamda bir yaygınlaşma söz konusu olmasa da) giyilebilir teknolojiler alanında hayata geçirilen inovasyonların giderek çeşitlenmesiyle paralellik taşıyor.

Niceliksel benlik kavramı giderek güçlenecek

Deloitte’in 2022 Yaşam Bilimleri ve Sağlık Hizmetleri Sektör Tahminleri Araştırması’na göre 2022 yılı, niceliksel benliğin son derece güçlendiği bir yıl olarak dikkat çekecek. Şirketin araştırmasında vurgulanan öngörüler şöyle: “2022 yılına gelindiğinde kişiler genetik profilleri, sahip oldukları veya olabilecekleri hastalıklar ve tıbbi müdahalelerin sağlayacağı fayda gibi konularla ilgili çok daha fazla bilgi sahibi olacaklar. Sağlık durumlarını iyileştirme noktasında çok daha istekli hale gelecekler. Dolayısıyla hem kendileri hem de sevdikleri için sağlık hizmeti beklentileri de daha yüksek olacak. ‘Niceliksel benliğe’ sahip olanlar, sağlık açısından önlem almaya ciddi anlamda önem verecekleri gibi kabul gören sağlık uygulamaları (health apps) ve giyilebilir cihazlara da daha çok para, zaman ve enerji harcayacaklar. Bireysel sağlıklarıyla ilgili verilere sahip olduklarının bilincinde olan hastalar; sağlık yetkililerinden en iyi yer ve zamanda, en uygun maliyete sağlık hizmeti almayı talep edecekler.”

“Ölçebildiğin şeyi değiştirebilirsin”

Niceliksel benlik akımının mantıksal temelini en iyi yansıtan yaklaşım, “Ölçebildiğin şeyi değiştirebilirsin” bakış açısıyla aktarılıyor. Bu düşünce biçiminde, verilerin toplanması ve analiz edilmesi sayesinde niceliksel benlik, bireylerin yaşam tarzı ve sağlıkla ilgili davranış kalıplarında gereken değişiklikleri yapabilmelerini mümkün kılıyor.

Günümüzde sayılara son derece önem atfedilen bir dünyada yaşıyoruz. Instagram’da paylaşımlarımıza kaç beğeni aldığımızdan tutun (Hatta Instagram yakın zamanda bu gidişe bir dur deme hedefiyle beğeni sayılarını kaldıracağını duyurdu) Facebook’ta kaç arkadaşımız olduğuna, iddialarımızı sayısal verilerle çok daha kolay geçerli kılabileceğimiz bir gerçeklikte yaşantımızı sürdürüyoruz. Dolayısıyla elbette günümüz koşullarında tüketicilerin/kullanıcıların/bireylerin (adına ne derseniz deyin) kendilerini, ulaşabilecekleri tüm ayrıntılı verilerle izleyip analiz etmelerine şaşırmıyoruz. Akıllı telefonlarımız veya akıllı saatlerimiz yokken kaç kalori yaktığımızı öğrenmek için her gün aynı saatte tartıya çıkarken veya en basit veriler için dahi sağlık ocaklarına koşarken, bugün kendimizle ilgili pek çok veriyi anında kaydedebiliyor, güncelleyebiliyor ve “daha sağlıklı” olmak için değerlendirebiliyoruz.

Biz daha kendisine yeni alışırken, bir de “quantified baby” çıktı!

“Quantified baby” yani “niceliksel bebek”, niceliksel benlik akımının bebekler için kullanılan versiyonu diyebiliriz. Bu terim, en temelde bebeğinizin günlük aktiviteleriyle ilgili geniş çaplı veriler toplamak ve bu verileri davranış ve sağlık gibi kriterler açısından değerlendirmek anlamına geliyor. Bu akımda ebeveynler, bebeklerinin ilk birkaç ayında uyku düzeni ve beslenme vakti gibi günlük aktivitelerini kaydediyor. Bunun hem ebeveynlerin hayatlarını daha programlı hale getirip yönetebilmeleri hem de doktorun bebeğin günlük rutiniyle ilgili daha net bir bilgisi olması açısından faydalı olduğu düşünülüyor.

Niceliksel benlik akımıyla ilgili eleştiriler de yok değil!

Hemen hemen her yeni akıma olduğu gibi niceliksel benlik akımına da bazı eleştiriler getiriliyor. Eleştirilerin büyük bir çoğunluğu verilerin sömürülmesi ve veri gizliliği odaklı. Sağlık uygulamalarıyla toplanan bu verilerin hükümetler, ticari kuruluşlar veya araştırma şirketleri tarafından erişilebilir olabileceği tartışılıyor. Diğer yandan, kişilerin kendi verilerini takip etme süreçlerinde “sağlık okuryazarlığı (health literacy)” becerisine ne kadar sahip oldukları da ayrı bir tartışma konusu olarak öne çıkıyor. “Sağlık okuryazarlığı da nedir?” diye sorarsanız, hemen açıklayalım. Sağlık okuryazarlığı, kişilerin doğru sağlık kararları vermek için gerekli sağlık bilgi ve hizmetlerini anlama, edinme ve işleme kapasitesinin derecesi olarak tanımlanıyor.

Peki, sizin bu konu hakkındaki fikriniz ne? Niceliksel benlik akımına çoktan katılanlardan mısınız? Yoksa temkinli yaklaşıp ileride neler yaşanacağını gözlemlemek isteyenlerden mi?